üsküdar Travesti Veyselin Dramı

Üsküdar Travesti sabahları martı sesleriyle uyanan, ezan sesleriyle derin bir huzur bulan, sokaklarında tarihin izlerini taşıyan bir semtti. Kadim İstanbul’un maneviyatını, denizin serin kokusunu ve eski mahalle kültürünü hâlâ içinde barındırıyordu. Ama bu sessiz, geleneksel sokaklarda, kendi iç dünyasında fırtınalar kopan bir adam yaşıyordu: Veysel.

Veysel, doğup büyüdüğü bu mahallede hep bir “başka” olduğunu hissetmişti. Çocukken bile, diğer erkeklerden farklı olduğunu anlıyordu ama bunu kelimelere dökemiyordu. Onun ilgisini çeken şeyler, toplumun ona dayattığı “erkeksi” dünyadan çok uzaktı. Komşu teyzelerin sohbetlerinde bahsettikleri ipek şallar, çiçek desenli elbiseler, annesinin gizlice sürdüğü o hafif gül kokulu ruj… Küçük Veysel, bu renkli dünyanın içinde kaybolmayı seviyordu ama çevresindekiler onun farklılıklarını fark ettikçe, bu ilgisinin “yanlış” olduğu konusunda onu uyarıyorlardı.

“Erkek adam böyle şeylerle ilgilenmez.”

Ama Veysel ilgileniyordu. Ve zamanla, kim olduğunu anladı. O sadece Veysel değildi. O, içinde bambaşka bir kimliği, bambaşka bir dünyayı taşıyordu.

İÇSEL KAVGA VE KABULLENİŞ

Ergenlik yılları onun için büyük bir içsel mücadeleyle geçti. Babası sert bir adamdı. Annesi ise her zaman sessizdi, onun dünyasında olup bitenleri sezse bile hiçbir zaman sesini çıkarmıyordu. Veysel, kendi kimliğini sorgularken, mahallede ona “garip” gözüyle bakan insanların arasında kayboluyordu.

Ama bir gün, İstanbul’un karşı yakasında, Beyoğlu’na yaptığı bir ziyaret her şeyi değiştirdi.

İstiklal Caddesi’nde yürürken, parlak neon ışıklarının altında, yüksek topuklu ayakkabılarıyla kendinden emin bir şekilde yürüyen travestileri gördü. Onların yüzlerindeki gururu, omuzlarındaki dikliği, gözlerindeki ışıltıyı… İşte o an, bir şeyler yerine oturdu.

“Onlar benim gibi. Ben de onların dünyasındanım.”

Bu farkındalık, bir aydınlanma gibiydi. İçindeki korkunun, toplumun ona biçtiği rollerin, yıllardır kaçmaya çalıştığı duyguların yerini büyük bir onur aldı. O gece, ilk kez aynanın karşısına geçti ve kendi gözlerinin içine bakarak şunu fısıldadı:

“Ben buyum. Ve bundan utanmayacağım.”

İLK ADIMLAR VE ÖZGÜRLÜĞE DOĞRU

Bu kabulleniş, Veysel’in hayatında büyük bir dönüm noktası oldu. Artık, kendini saklamak yerine, yavaş yavaş ortaya çıkarmaya başladı. Önceleri evde, aynanın karşısında küçük denemelerle başladı: Hafif bir göz kalemi, tırnaklarına sürdüğü renksiz bir parlatıcı… Ama her deneme, onu daha da güçlü hissettiriyordu.

Bir gün, cesaretini topladı ve ilk kez sahneye çıkmaya karar verdi. Kadıköy’de, sadece kendisi gibi olan insanların bildiği küçük bir mekânda, bir travesti sahne gecesi düzenleniyordu. İlk başta çekinerek mekânın kapısından içeri girdi, ama içerideki enerji onu hemen içine çekti.

Sıra ona geldiğinde, elinde mikrofonla sahnede dururken, kalbi delicesine çarpıyordu. Ama şarkıya başladığında, her şey değişti. O an, sahne onun gerçek kimliğini kutladığı bir yer oldu. Kendini ilk kez bu kadar güçlü hissetti.

Ve o gece, artık sadece Veysel değildi. O, sahnede “Selin” olmuştu.

ÜSKÜDAR’DA YAŞAMAK VE MÜCADELE

Ama Üsküdar Elit Travesti  Beyoğlu ya da Kadıköy gibi değildi. Geleneksel yapısı nedeniyle, Veysel’in bu yeni kimliğini rahatça yaşaması mümkün değildi. O yüzden, bir yüzü Selin olarak sahnelerde parıldarken, diğer yüzü Veysel olarak mahallede sessizce var olmaya devam ediyordu.

Ancak, sahneye çıktıkça ve içindeki onur duygusu güçlendikçe, bu ikili yaşam ona ağır gelmeye başladı. Neden saklanıyordu? Neden kendisini olduğu gibi kabul etmeyen insanların içinde kaybolmak zorundaydı?

Bir gün, sahneden indikten sonra kararını verdi: O artık sadece geceleri değil, gündüzleri de kendisi olacaktı.

Ve bunu ilk olarak, annesine söylemek istedi.

AİLEYLE YÜZLEŞME

Annesinin karşısına oturdu ve ona her şeyi anlattı. Kalbi korkuyla çarpıyordu, ama sesindeki onurlu duruş hiç değişmedi.

“Anne, ben Veysel değilim. Ben Selin’im.”

Annesi uzun süre sessiz kaldı. Sonra derin bir nefes aldı ve ellerini dizlerine koydu.

“Bunu hep hissettim,” dedi.“Ama korktum, sana zarar gelmesinden korktum. Dünya bizim gibileri kolay kabul etmiyor oğlum…”

“Ben oğlun değilim anne. Ben kızınım.”

Annesinin gözleri doldu ama ağlamadı. Başını salladı ve usulca, “Sen benim evladımsın, nasıl mutluysan öyle yaşa,” dedi.

O an, Veysel için en büyük zaferlerden biriydi. Çünkü ilk kez, annesinin karşısında, hiçbir korku olmadan, kim olduğunu söylemişti.

BİR YILDIZ GİBİ PARLAMAK

Veysel—artık Selin—için mücadele bitmemişti. Üsküdar’da yaşamak hâlâ zordu. Sokakta yürürken insanların bakışları hâlâ onu rahatsız ediyordu. Ama artık başını dik tutuyordu.

Çünkü o bir travestiydi. Ve bundan onur duyuyordu.

Sahnede, en parlak ışıkların altında, o eski utangaç çocuğun yerinde artık cesur, güçlü ve gururlu bir kadın vardı. Mikrofonu eline aldığında, sadece şarkı söylemiyordu. O, kendi varlığını kutluyordu.

Ve Üsküdar Vip Travesti eski sokaklarında, bir evin camından gökyüzüne bakan bir anne, uzaktaki şehir ışıklarının içinde sahne alan kızının parıltısını hayal ediyor, onunla gurur duyuyordu.

Çünkü Selin artık bir yıldızdı. Ve hiçbir şey, onun ışığını söndüremezdi.